Sultan 2. Abdülhamid Hakkında Dönemi, Eserleri

0
13390
Sultan 2. Abdülhamid Hakkında Dönemi, Eserleri

Ulu Hakan mı, Kızıl Sultan mı?

 


”Tarih değil, hatalar tekerrür eder!” 2. Abdulhamid

2 Abdülhamid; üst başlığımızın ilk konusu olacaktır. Çünkü şu an hem güncel politika ve politikacılarımızı anlamak için, hem de siyaset-adalet ilişkisini irdeleyebilmemiz için, işin kök noktalarından birisidir. Kimilerine göre son Osmanlı padişahı olan bu zat; Cumhuriyet, Cemaat, Meşrutiyet  ve batılaşma ikilemleri içindeki dönüm noktalarından birisidir.

Onun hayatının aydınlatılması; günümüz için önemli bir mottonun zehiride olabilir, panzehiri de. Muhafazakar kesim bile ikilemler yaşar bu konuda. Çünkü misal Necip Fazıl’a göre ‘Ulu Hakan’ olan 2. Abdulhamid, yine bir dönem Said Nursi’ye göre ‘zorba’dir.

 

…………………………………………………………..

Evvela şunu söylemek gerekir. Bu yazıyı en sağlıklı şekilde yorumlayabilmek için 2. Abdulhamid’in hangi devirde yaşadığı ve ondan önce Osmanlı’nın nasıl bir durumda olduğu iyi bilinmelidir. Çünkü Osmanlı’nın tüm padişahlarından, zaman ve koşul ayırmaksızın aynı oranda şeyler beklemek; misal Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’e ‘Niye İstanbul’u fethedemedin’ demek gibi bir şeydir. Dönem, zaman, durum; bahsi geçen şahsı objektif değerlendirebilmek için önemli kriterlerdir.

Otto von Bismarck ,19. yüzyılda gevşek bir konfederasyon olan Almanya’nın güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk şansölyesi (başbakan) olan, Alman devlet adamıdır. Alman Milli Birliği’nin kurucusudur. Bismarck’ı hatırlatmamın sebebi; 2. Abdulhamid hakkındaki şu cümlesidir:

Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir.

 Bir başbakanın, diğer ülke lideri hakkında bu derece övgü içeren bir cümle kurması pek rastlanır şey değildir. İyi ama nedir bu cümleyi kurduran şey, irdeleyelim.

Tahta çıkışı

Amcası Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat’ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla tahttan indirilerek Çırağan Sarayı’na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876’da padişah ilan edildi.

Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi. 1871’de Âli Paşa’nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş; 1875’te devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek ‘Muharrem Kararnamesi’ ile moratoryum ilan etmiş; Rusya’nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti.

Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu.

Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876’da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmasına rağmen egemenliğin esas kaynağı yine padişahtı. Abdülhamid, Kanun-ı Esasî’nin 113. maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak,  1881 yılında Mithat Paşa’yı sürgüne yolladı.

Bu Mithat Paşa, İttihat Terakki ve dolayısıyla Said Nursi efendi konusuna girmeden evvel, 2. Abdulhamid’in padişahlığı dönemindeki icraatlarına bir göz atalım:

Mülkiye (Siyasal Bilgiler), Fakülte düzeyine getirilerek açıldı

Memurlara sicil tutulmaya başlandı

Eski Eserler Müzesi açıldı

Hukuk Fakültesi açıldı

Muhasebat Divanı (Sayıştay) kuruldu

Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı

Ticaret Fakültesi açıldı

Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı

Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) açıldı

Terkos Suyu hizmete girdi

Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı

Ziraat Bankası kuruldu


Bursa’da İpekhane açıldı

Emekli Sandığı kuruldu

Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri açıldı

Bursa Demiryolu hizmete girdi

Aşiret Okulu  açıldı

Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı

Kudüs Demiryolu hizmete girdi

Ankara Demiryolu hizmete girdi

Kağıt Fabrikası  kuruldu

Kadıköy Gazhanesi kuruldu

Beyrut’ta liman ve rıhtım inşaa edildi

Osmanlı Sigorta Şirketi kuruldu

Kadıköy Su Tesisatı hizmete girdi

Selanik-Manastır Demiryolu hizmete girdi

Şam Demiryolu hizmete girdi

Eskişehir-Kütahya Demiryolu hizmete girdi

Galata Rıhtımı inşa edildi

Beyrut Demiryolu hizmete girdi

Darülaceze (Kimsesizler yurdu) hizmete girdi

 

 
Mum Fabrikası kuruldu

Afyon-Konya Demiryolu hizmete girdi

Sakız Adası’nda Liman ve Rıhtım inşaa edildi

İstanbul-Selanik Demiryolu hizmete girdi

Tuna Nehri’nde Demirkapı Kanalı açıldı

Şam-Halep Demiryolu hizmete girdi

Şişli Etfal Hastanesi hizmete girdi


Hicaz Telgraf hattı kuruldu

Hama Demiryolu hizmete girdi

Basra-Hindistan Telgraf hattı Beyoğlu’na bağlandı

Hamidiye Suyu hizmete girdi

Dünyanın ilk dişçilik okulunu kurdu.

Paris’te İslam Külliyesi kurdu.

Selanik’te Liman ve Rıhtım inşaa edildi

Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı inşaa edildi

Sirkeci Garı

Haydarpaşa Garı

Maden Fakültesi açıldı

Şam Tıp Fakültesi açıldı

Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı

Trablus-Bingazi Telgraf hattı kuruldu

Konya Ereğlisi’nde demiryolu hizmete girdi
Trablus Telsiz İstasyonu kuruldu

Bütün yurtta Telsiz İstasyonları kuruldu

Medine Telgraf Hattı kuruldu

Şam’da Elektrikli tramvay hizmete girdi
Hicaz Demiryolu hizmete girdi. 27 Ağustos’ta İstanbuldan kalkan tren, 3 gün sonra Medine’ye ulaştı

Pekin’de Üniversite kurdurdu. (Dar’ul Ulum’il Hamidiye = Hamidiye Üniversitesi)

Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderdi ve bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetlerin yaygınlaşmasını sağladı.

Kendi el emeği ile kazandığı ve biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis etti.

Her yıl 30 bin saksı satın alıp çiçek ektirdi.

  Döneminde yaptırılan Demiryolları

 Mithat Paşa ve Kanun-i Esasi

Mithat Paşa, İttihat ve Terakki gönüllülerinin gözünde Cumhuriyet’in ilk mimarı sayılabilir. Daha sonra Enver Paşa ve Said Nursi’nin de aralarında bulunduğu İttihat ve Terakki hareketinin savunduğu değerler; Mithat Paşa ve onun Kanuni Esasi’sidir. Kimi yazarlara göre Osmanlı’nın yetiştirdiği ender aydınlardandır. Hayatı ve hakkındaki görüşler için (T.K.) 

Mithat Paşa denildiğinde tabiki akla Kanuni Esasi gelir. Kanuni Esasi detayları için (T.K.)

Zaten 2. Abdulhamid’in sonunu getiren 1908 darbesi, bu Kanunların tekrar yürürlüğe konulması için yapılmıştır. Aslında Kanuni Esasi resmi olarak yürürlükten hiç kaldırılmamış ama kendi özüne aykırı olarak Padişah tarafından uygulanmaya çalışılmıştır. Şimdi 2. Abdulhamid dönemine genel bir bakış:

………………………………………………………………………………………………………………………..

2. Abdulhamit Dönemi:

 

 

 Rusya’nın Balkanlar’da ıslahat için verdiği tekliflerin 12 Nisan 1877’de İbrahim Ethem Paşa hükümeti tarafından reddedilmesi üzerine 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Abdülhamid’in karşı olmasına rağmen Mithat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi yenilgiye uğratarak doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile Trakya’nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. Meclis-i Mebusan’da hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamit, meclisi 18 Şubat 1878’de tatil etti. Takip eden 30 yıl boyunca meclisi bir daha toplantıya çağırmadı ve bu süre zarfında meşrutiyet anayasası olan Kanun-ı  Esasi’yi kağıt üzerinde de olsa muhafaza ederek, aldığı kararları yine bu anayasaya göre yürürlüğe koydu. 

93 Harbi, 3 Mart 1878’de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos’ta karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması  ile sona erdi. Anlaşmaya göre; Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı, sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a  uzanacak bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya’ya verilecek, Teselya Yunanistan’a bırakılacak, Girit ve Ermenistan’da ıslahat yapılacak, Osmanlı İmparatorluğu Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Oldukça ağır şartlar içeren bu antlaşmaya, Rusya’nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan diğer Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması  imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya’nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verilirken, Bulgaristan’da Almanya ve Avusturya himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.

Şimdi Abdulhamid tarafından bakarsak bu bir başarı mıdır, başarısızlık mı? Avrupa Devletleri ile yine bir Avrupa Devletine karşı ittifak siyaseti sonucu antlaşmayı yeniletmek başarı mıdır?

İşte misal bu sorunun sağlıklı cevabı için bile bir önceki dönem ile ilgili yazıyı okumak lazım. Ve burada kritik nokta; 2. Adulhamid savaşa girmeme taraftarı idi ise  ve buna rağmen Mithat Paşa hükümeti yeni anayasa uyarınca aldığı yetki ile bu savaşa karar vermişse, burada yenilginin sorumluluğu iyi tahlil edilmelidir. (T.K.)

Bu netlik, Abdulhamid’in Meclisi dağıtma sebebine de anlam kazandırabilir.

Toprakları elde tutma dönemi 

Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. 1887’de Maraş’a bağlı Zeytun’da, 1891’de ise Siirt’e yakın Sason’da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. 1895’te bu olayların ülke çapında bir ihtilale dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul’da Ermeni örgütlerinin Kumkapı’da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil Paşa hükümeti tarafından Anadolu’da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa, Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi. 1895 yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda genellikle Hamidiye katliamları olarak adlandırıldı ve liberal Avrupa basınında Abdülhamid aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu.

1897 yılında, Girit’in Yunanistan’a ilhakını isteyen Yunan hükümetinin Tesalya sınırında ihlallere girişmesi üzerine “barut kokusu” artık duyulmaya başlamıştı. Bunun üzerine vükela meclisi Mâbeyne çağrıldı. Padişah tarafından, durumun müzakere ve bir neticeye bağlanması için emredildi. Meclis ara vermeden 56 saat durumu konuştu. Herkes Yunanlılara harp açılmaması yolunda fikirler ileri sürdü. Bunu söyleyenler, ülkenin durumunun iyi olmadığını izah ederek: -Harbe girmek hata olur, diye rey veriyorlardı. Bu fikrin baş müdafii İzzet Paşa idi. Zaman zaman dışarı çıkarak padişahın yanına gidiyor, müzakereler hakkında bilgi veriyordu. Fakat Rıza Paşa ve birkaç devlet adamı, eğer Yunanistan’a karşı korkak bir tavır içine girilirse, bütün Rumeli’nin parçalanacağını ve belki de İstanbul’un tehlikeye düşeceğini savundular ve Sultan II. Abdülhamid ile gizlice görüşerek bu fikirlerini ona bildirdiler. Savaş taraftarı olan padişah hemen hazırlıkların yapılmasını istiyordu. İşte tam bu sırada harekete geçen Yunan ordusu Alasonya’ya saldırdı. Hazırlıksız bulunan Yanya’daki Osmanlı tümeni, Yunan birlikleri önünden ric’at etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine İstanbul’daki I. Ordu, Umum Kumandanı Ethem Paşa kumadasında Yunanistan üzerine harekete geçti. Birkaç gün içinde Yenişehir’i (Tesalya) ele geçirdi. Daha sonra Atina yolu üzerindeki Milona geçitlerine geldi ve burasını savunan Yunan ordusunu, 23 Nisan 1897 günü büyük bir mağlubiyete uğrattı. Milona Meydan Savaşı ile, Avrupalıların, geçilemez de dikleri bu geçitleri aşan ordu, güneye çekilen Yunan ordusu ile, Atina ile Tesalya arasındaki Dömeke’de yeniden karşılaştı. Yunanlıların son müdafaa hatları olan Dömeke’de, 25 bin kişilik Yunan ordusu perişan edildi ve bir daha toparlanamadan darmadağın edildi. Bu muharebede Abdülezel Paşa şehid düştü. Ordu hızla ilerleyerek birkaç saat içinde Atina’ya girdi.

15-17 Mayıs tarihinde Dömeke’de yapılan muharebede Yunan ordusu kesin bir yenilgiye uğradı. Avrupa devletlerinin müdahalesi ile mütareke yapıldı. Osmanlı lehine Tesalya sınırındaki bazı küçük değişiklikler dışında savaştan önceki sınırlara dönüldü. Yunanistan Osmanlı Devleti’ne 4 milyon lira savaş tazminatı ödemeyi kabul etse de bu tazminat tahsil edilemedi. Oysa buna karşılık Girit’e özerklik verilmişti.

Çeşitli Kaynaklardan Özellikleri ve İcraatları:

-2. Abdulhamid’in İngiltere’ye karşı İRA’yı kurdurduğu söylenmektedir.

-Voltaire’nin, Hz.Muhammed (s.a.s) hakkinda yazdigi assagilayici bir oyunun Fransa’da sahnelenme planlarini duyunca, Fransa kralina bir mektup yollayip, “Ben su anda sizi bertaraf edecek durumda degilim, ama sunu bilin ki eger bu oyun oynanirsa, yarindan tezi yok tum Arap ve İslam ulkelerine haber saliyorum sizinle olan tum iliskilerini kopariyorlar” demistir. Bunu goze alamayan Fransa o yazarin oyunu oynamasini engellemistir.

-Ayrica 21 temmuz 1905 cuma gunu Ermeni komitacilar Abdulhamit’e basarisiz bir suikast girisiminde bulunurlar. Viyana’dan getirdikleri saatli bombayi, padisahin saraydan cikip camiye inisini dakika dakika hesaplayip Yildiz’in ordaki saat kulesinin dibindeki bir faytona yerlestirirler. Fakat Abdulhamid kapidan cikarken 1-2 dk birileriyle sohbete dalinca bomba patlar ama 2. Abdulhamid’e birsey olmaz. Necdet sakaoglu’nun bu mulkun sultanlari’nda Abdulhamid’in patlama olur olmaz cok sakin bir tavir aldigi ve etrafina, “Korkmayin, korkmayin” dedigi sonra da faytonuna dondugu yazilir.

-Önce, bir sene beş ay devlet idâresine karıştırılmadı. Memleketi Sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşları idâre etti. Bunlar, 24 nisan 1877 günü Rus harbine sebep oldular. Mâlî 1293 senesine rastladığı için (93 harbi) denilmektedir. 93 harbi Edirne mütârekesine kadar dokuz ay sürdü. Müşir [mareşal] yaptıkları Süleyman Paşa, şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak, en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebep oldu. Bu hezîmete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fakat, Filibe’ye ve oradan Edirne’ye kaçtı. Edirne’de de tutunamayıp mütâreke istedi. Mütâreke Abdülhamîd’in, Kraliçe Viktorya’ya çektiği telgraf üzerine mümkün olabildi. Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın ve çocuğunu kestiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan, İstanbul’a göç etti. O zaman Rusya’nın nüfûsu doksan, Osmanlıların ise altmışdört milyondu. Abdülhamid, fâciâları görünce, Edirne mütârekesinden onüç gün sonra, 13 şubat 1878’de Meclis-i Mebûsân’ı kapattı. Devlet idâresini eline aldı. Mebusların ancak yüzde kırkı Türktü. Bu parlamento devâm etseydi, Osmanlı dahâ o zaman parçalanacaktı. İkinci Abdülhamid’in ilk ve büyük başarısı, bu felâketi görmesi ve önlemesi oldu.

-Theodore Herzl’in “Kudüs’ü verin tum dış borçlarinizi Dunya Museviler Cemiyeti olarak odeyelim” onerisini reddetmiştir.

İttihatçılar tarafından Abdülhamid dönemine “Devr-i İstibdâd” (İstibdat Dönemi) adı verilir. Ancak Mehmet Akif Ersoy’dan Said Nursi’ye kadar birçok insan, 2. Abdulhamid’e aleyhtar olmuşken, sonradan pişmanlıklarını dile getirmişlerdir. Bu konu ilginçtir.

 

2. Abdulhamid’in tahttan indirilmesi:

Yıl 1908. Sonradan Osmanlı’nın 1 numaralı adamı olacak olan Enver Paşa, Niyazi Bey ve diğer İttihatçılar, Manastır ve Selanik’te dağlara çıkarak ilk isyanı başlattı. İsyanın boyutlarının genişlemesi tehlikesi karşısında, 2. Abdulhamid 2. Meşrutiyet’i ilan etti. İttihat ve Terakki dönemi bir sonraki yazımızın konusu olacağı için, burada kısaca özetler isek;

İkinci Meşrutiyet

Abdülhamid’in örfi yönetimine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889’da İttihat ve Terakki Cemiyeti  kuruldu. 1908’de İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandılar. Bu baskıların üzerine, Abdülhamid 24 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis 17 Aralık 1908’de açıldı.

Artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakki karşıtlarının baskıları sonucunda, 13 Nisan 1909’da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu ayaklanma 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul’a girerek ayaklanmayı bastırdı.

 

31 Mart Ayaklanması ve Tahttan İndirilişi 

 

12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek tek istifa etti. 

Abdülhamid, olayların başlama sebebini hatıratında şu şekilde anlatır:

‘’Vekâyi’ın (olayların) ve acemi bir idârenin hergün bir sûretle izhâr ettiği mevâdd-ı müşte-ıle(tahrik edici hususlar) elbette infilâk edecekti. Hatta 31 Mart’a kadar te’hîri bile şâyân-ı hayrettir. Hiçbir kimseye hesap vermek mecburiyetinde bulunmadığım bir zamanda, ma’a’l-kasem(yemin ederek) te’mîn ederim ki ben bir fenalık olmamasına elimden geldiği kadar çalıştım. Tehlikenin te’ehur-i vuku’unda (gerçekleşmesinin gecikmesinde) bu mesâ’î-i hayır-hâhânenin dahli bulunduğunu zannederim.’’

Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki  üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul’dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamid yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.

İstanbul’da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’yu harekete geçirdi. Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. Ayaklanmacılar 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’a girmeye başlayan Hareket Ordusu’na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i  Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.

Diğer bir iddiaya göre 31 Mart ayaklanmasını İttihat Terakki, İngiltere ve Abdulhamid’e Filistin nedeniyle husumet besleyen Mason teşkilatları tertip ederek Abdulhamid’i  tahttan indirmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Abdulhamid’in tahttan inmesiyle Yahudiler Filistin’de toprak satın alma izni almışlardır. İttihad Terakki ise hiçbir etkisi olmayan padişah Mehmet Reşad sayesinde yönetime tamamen hakim olmuştur.

Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri divanı harpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan’ın 27 Nisan’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed’in geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca II. Abdülhamid’in İstanbul’da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik’te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamid’i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.

Abdülhamid, Selanik’ten gelen Hareket ordusuna karşı herhangi bir direniş göstermedi. Kendi hatıratında bunu kardeş kanı dökülmesin diye yaptığını yazar. Oysa Osmanlı Paşaları bu toplama orduyu rahatlıkla geri püskürtebileceklerini padişaha arz etmişlerdi.

İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükümetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular. Bir sonraki yazımızın konusu olan bu yeni dönemde Osmanlı Devleti;  Trablusgarp, I. ve II. Balkan Savaşları ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı.

 

2. Abdulhamid 1912’de Selanik’ten Beylerbeyi Sarayı’na getirildi. 1918 yılında ölene kadar, bu Saray’da bir nevi kafes hayatı yaşadı.

 

Hakkındaki görüşler 

Özellikle Ermeni isyanını bastırırken kullandığı tedbirler nedeniyle batılı tarihçiler ve muhalifleri tarafından “kızıl sultan” diye anılmıştır. Öte yandan, taraftarları onu “ulu hakan” gibi yüceltici lakaplarla anarlar. Abdülhamid, baskıcı rejimi, azınlıklara karşı uyguladığı sert siyaset ve muhafazakârlığı nedeniyle, günümüzde hâlâ onu destekleyen genellikle sağ siyasi çevreler ile eleştiren sol çevreler arasında bir tartışma odağı olmaya devam etmektedir.

İlber Ortaylı’ya göre Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparator II. Abdülhamid Han’dır.

… Bak çocuk, kişisel kanımı kısaca söyleyeyim: Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamit’in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim, 19. yüzyılın sonlarında uygulanmış olursa…” M. Kemal Atatürk.

Sanırım Atatürk’ün bu sözünde 2. Abdulhamid’in, şüpheli Mithat Paşa ölümü hariç, 33 yıllık iktidarı boyunca hiç idam kararı vermediği, ve devrinde hiç kimsenin asılmadığı ya da öldürülmediği gerçeği ektili olmuştur.

“Abdülhamid’i anlamak 21. yüzyılı anlamaktır.” Prof İlber Ortaylı

‘’Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir.’’ ( Alman Milli Birliğinin kurulmasını gerçekleştiren meşhur Alman devlet adamı, Prens Bismarck )

‘’Ayıp, ayıp. Bu adam 32 sene Hakan ve Halife idi. Sultan Hamid için şu söylenen, yazılan, çizilenlerin büyük kısmının yalan ve iftira olduğunu bildiğimiz halde, nasıl tahammül edip imkân veriyoruz? Bu iftira selinin yarınki muhatapları da bizler olacağız.’’
Ahmet Rıza Bey’den Talat Paşa ve Eyüp Sabri Bey’e

Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden merhum tarihçi Yılmaz Öztuna 23 Mayıs 2006 tarihli makalesinde şöyle yazmış:

“31 Mart 1909 ayaklanması, BIS (British Intelligence Servis) tarafından tertiplenmiş, imparatorluk politikasında henüz çok toy olan İttihatçılara icra ettirilmiş, iğrenç bir eylemdir. Hedef, Sultan Abdülhamîd’i tahttan indirmekti. Maksat hâsıl oldu.”

Kızıl Sultan iddası, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi de, Abdülhamid’in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid’in kan dökücü bir padişah olduğu propagandası başlatıldı. İşte “Kızıl”, yani kan döken Sultan lakabı bu sırada asıldı boynuna. Hadi Ermenilerin böyle demesini anladık; iyi ama bir tekini bile idam ettirmemiş olan Abdülhamid’e Jön Türkler neden “Kızıl Sultan” dediler? 1915’te yüzbinlerce Ermeni’yi tehcir ettirecek olanlar, 25 yıl önce Ermeni propaganda ordusunun neferleri olmakta sakınca görmemişlerdi.

Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:

Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir.Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus’i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: “Din ve fen,” derdi. “Bu ikisine de itikat etmek caiz” olduğunu söylerdi.’’

Sultan Abdülhamid çalışkan bir padişahtı. Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir. Çalışma saatleri dışında hobi olarak marangozlukla uğraştı.

 

2. Abdulhamid’İn büyük projeleri:

İlk Boğaz Köprüsü Projesi 2. Abdülhamit zamanında yapılmıştır. Vakti olsa idi, tamamlayacağı düşünülen projenin taslakları şu an ilgili kurumlardadır.

 

 

 

“Sultan İkinci Abdülhamid’in, İstanbul Boğazı’nın, Sarayburnu-Üsküdar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasını birbirine bağlayacak iki köprü projesinin resimleri ortaya çıkmıştır.

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, İstanbul Boğazı’nın, Sarayburnu-Üsküdar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında olmak üzere iki köprü ile bağlanması projesi yapılmıştı. Fransız inşaat mühendisi F. Arnodin’e 1900 yılında çizdirilen projede köprülerin, Eyfel Kulesi’nin yapıldığı çelik teknolojisiyle yapılması hedefleniyordu.

Sarayburnu-Üsküdar arasındaki aktarma köprünün iki kara tarafından ayakları arasındaki mesâfe 1700 metre idi. Projede beş ayak üzerine kurulması planlanan köprünün orta ayağının 32 metre derinlikteki deniz tabanına oturtulması planlanmıştı. Denizden yüksekliği 50 metre olan köprünün altından asılacak teleferiklerle vagonların taşınması hedefleniyordu. Rumeli Hisarı-Kandilli arasında yapılması planlanan köprü ise ilgili vesîkasında “Cisr-i Hamîdî” (Hamîdiye Köprüsü) olarak isimlendirilmiş sâbit bir köprüydü. Projede istasyonların Bakırköy ve Bostancı’ya kurulması, böylece demiryolunun şehrin dışından geçmesi planlanıyordu.

Boğaziçi’nde yapılacak olan bu köprü aynı zamanda Bağdad demiryolu hattına da bağlanacaktı. Cisr-i Hamîdi projesi büyük bir bina üzerine, minarelerle ve Kuzey Afrika mimârî tarzında kubbelerle süslü, som kârgîr destekler arasına kurulu, çelik halatlarla havada asılı demirden bir bina manzarasında idi. Bu kubbelerden her biri granitten yapılmış bir sütun üzerinde olup bunların üzerine toplar kurulmuş idi. Döner kulelerle askerî savunmaya da faydalı olacak olan köprü, aynı zamanda boğaz geçişini de kontrol altında tutacaktı. Köprünün geceleri çok güzel bir şekilde ışıklandırılması da, projenin mühim bir tarafını oluşturuyordu.

Bu köprüde yani Cisr-i Hamîdî’de tren, araba ve yayaların geçmesine mahsûs yollar ve basamaklar bulunmaktaydı. Köprü bu şekilde Anadolu ve Rumeli yakalarını birbirine bağlıyordu.

Minareleri ve kuleleri “Halîfe-i Müslimîn olan pâdişâh-ı âlî-câhın bütün kudret-i dîniye ve siyâsiyesini pîş-i enzârda tecellî etdirerek Osmanlıların şân ve azametini irâe” ediyordu.

Bu köprü ile de îcâbında Medîne’den trene binildiğinde Viyana’da trenden inmek mümkün olacaktı.”

 

Yine Beykoz-Şişli Metro taslağı, 2. Abdulhamid’in planlarını açığa kavuşturmaktadır.

 

 

Alfabe değişikliğinin fikir babalarından imiş kendisi;

“Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Belki bu işi kolaylaştırmak için latin alfabesini kabul etmek yerinde olur.”

(Sultan abdulhamid, siyasi hatıratım, çev. salih can, hareket yayınları, istanbul, 1974, s.177-178, aktaran: ilber ortaylı, batılılaşma yolunda, merkez kitaplar, istanbul, 2007, s.239)

Yine onun döneminde çıkarılan Petrol Haritasının, bugün doğruluğu kanıtlanmış ve günlerce konuşulmuştur.

 

 

 

 

Yazımızın sonunda, ben 2. Abdulhamid Han hakkında aşağı yukarı bir fikir sahibi olduğumuza inanıyorum. Yazıya ilave edilecek bilgi ve görüşleri beklemekle birlikte, yeni bulgular bulduğumda yine bu yazıya ekleyerek, yazı sonunda bu güncellemeleri notlandıracağımı belirtmek isterim.

Kısa bir özetle Abdulhamid Han’ın hataları yok muydu? Vardı ve bence meclisi kapatmak yerine seçimleri yeniletebilirdi mesela. Çünkü o çağın koşulları bir meclisi gerektiriyordu. İki başlılık her ne kadar Devlet yönetimi için doğru olmasa bile, Fransız devrimi ile başlayan bu çağın hareketlerine tamamen duyarsız kalmak 2. Abdulhamid için bile fazla riskliydi. Tüm dünyada İmparatorluklar yerini demokrasiye bırakırken, yel değirmeni ile daha dikkatli savaşılabilirdi mesela. Belki meclis yetkilerini kendine göre ayarlatabilir, ya da bir orta yol bulabilirdi. Bunlar tartışmaya açık hususlar ama 2. Abdulhamid’in kişiliği ve meziyetleri bizce aşikar.

2. Abdulhamid’i indirenler kimlerdi, bu sorulara cevabımızı netleştireceğiz. Bir dahaki yazımızda 31 Mart, İttihat ve Terakki konularına değinerek, Cumhuriyet’e geçiş yapacağız.

Alıntı: (anadoluhareketi.com)

CEVAP VER