DOLMABAHÇE SARAYI (TBMM GENEL SEKRETERLİĞİ -MİLLİ SARAYLAR)
Dolmabahçe Sarayına daha yaklaşırken karşılaşılan abidevi görkemli kapıdan hemen geçtikten sonra bahçenin ortasında yer alan kuğulu fıskiyeli havuzun her iki yanından ilerleyerek saray kapısına geliyorsunuz. Saraya girmeden Aslanlı Kapı solunuzda, denize açılan kapı sağınızda kalıyor. Mermer basamakları yavaş yavaş çıkarken, içinizi merakla karışık, sabırsızlık, yoğun derecede hayranlık duyguları sarmaya başlıyor. İlk girişte karşılaşılan kristal merdiven, tavan süsleri, avizeler, duvarlar, zemin ve saray eşyaları en küçük detaya varıncaya kadar ziyaretçileri etkiliyor, nefesini kesiyor.
Ziyaretçiler kâh bir dokuma desenine, kâh merdiven tırabzana takılıp kalıyor, nereye bakacağını, neyi inceleyeceğini şaşırıyorlar. Bir şeyleri kaçırmanın endişesi içinde olanlar, şömine, avize, duvar tabloları, masalar, koltuklar, perdeler, pencereler, kapılar, halılar, saatler, vazolar arasında başlarını bir o yana, bir bu yana döndürüyorlar. Saray hakkında önceden bilgi edinenler veya rehber eşliğinde gezenler gördüklerin den daha fazla etkileniyor, sanatın gücünü daha derin hissediyorlar. Büyük salonda karşılaşılan dört, buçuk ton ağırlığında ki dev kristal avize ise tam anlamıyla ziyaretçilerin ağızlarını açık bıraktırıyor.
Dolmabahçe Sarayı Konumu
Burada bir soluklanıp, 285 odası, 46 salonu bulunan Dolmabahçe Sarayı’nı, sarayın ünitelerine tekrar dönmek üzere, ayrı mütalaa etmek gereken çok özel bir odadan Atatürk’ün odasının söz etmek gerekiyor. Bu oda görünüşüyle son derece mütevazı eşyalarla döşenmiş olan ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiği oda. Oda kapısına yaklaşırken, sarayı gezerken edindiğiniz sanata işçiliğe, eserlere duyduğunuz hayranlık duyguları bu defa içinizde ki saygı, minnet, özlem duyguları ile yer değiştiriyor, içiniz doluyor, boğazınız düğümleniyor, ağlamak bile istiyorsunuz.
Üzerine Türk bayrağı serilmiş bir yatak, Atatürk’ün kullandığı oda eşyaları, solda Taşkızak Tersanesi’nde yapılmış bir saat ve Türkiye’nin diğer Atatürk Müze evlerinde ki saatlerde olduğu gibi dokuzu beş geçe duran yelkovan ve akrep. Kendini daha fazla tutamayanlar oluyor, gözlerinden akan yaşlara dur diyemiyorlar…
Sarayın yer aldığı alan, dört yüz yıl öncesinde Boğaziçi’nin büyük koylarından biri olup, Osmanlı paşalarının gemilerini demirledikleri, denizcilik törenlerinin yapıldığı yer olarak kullanılmış. Zamanla bataklık haline gelen koy, 17.Y.’dan itibaren doldurularak, eğlence, dinlenme amaçlarına hizmet veren “Hasbahçe”ye dönüştürülmüş. Çeşitli dönemlerde yapılan köşkler, kasırlar grubu, Beşiktaş Sahil Sarayı adıyla anılmış. I. Abdülmecit döneminde (1839-1861) kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılında yıkılmaya başlamış, diğer taraftan Dolmabahçe Sarayı’nın 15.000 m2 alana yayılan temelleri, meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üzerinde yükselmeye başlamış.
Yapımı 1856 yılında bitirilen 110.000 m2 üzerine kurulu saray, ana bina dışında, saray ahırları, değirmenler, eczaneler, mutfaklar, kuşluklar, camhane, dökümhane, dokumahane, tatlıhane gibi çeşitli amaçlarda kullanılan 16 bölümden oluşmuş. Saray ana binası Mabeyn-i Hümayun (Selamlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümayun adlarını taşıyan üç bölüme ayrılmış. Yapımcıları Karabet Balyan ve yardımcısı Nikoğos Balyan kalfalar olup tüm yapı bodrum katı ile birlikte üç kat olarak inşa edilmiş.
Biçimde, detay ve süslemelerde gözlenen batı etkilerine karşılık sarayın kuruluş ve mekân ilişkilerinde geleneksel Türk evi plan tipinin büyük ölçekte uygulandığı gözleniyor. Beden duvarları taş, iç duvarlar tuğla, döşemelerde ahşap kullanılmış olan sarayın 45.000 m2 lik kullanım alanı, 285 oda, 44 salonu (6 hamamı) bulunuyor. Saray zemini ince işçilik örneği parke kaplanmış üstüne önce sarayın dokumahanesinde, sonra Hareke tezgâhlarında dokunmuş 4454 m2 halı serilmiş.
Dolmabahçe Sarayı duvarlarını ise her biri paha biçilmez sanat eseri olan 600 civarında tablo süslüyor. Bu tablolar arasında Boulanger, Fromentin, Gerome, Zonaro, Ayvazovski gibi Avrupalı ressamların eserleri ile Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Avni Lifij gibi yerli usta ressamların eserleri ve adsız saray ressamlarının yaptıkları tablolar yer alıyor.
Dolmabahçe Sarayı Bölümleri
Padişah’ın devlet işlerini yürüttüğü Mâbeyn, işlevi ve görkemiyle Dolmabahçe Sarayı’nın en önemli bölümü özelliği taşıyor. Girişte karşılaşılan Medhal Salon, üst kat ile bağlantıyı sağlayan ve protokol niteliği taşıyan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süferâ Salonu ve Padişah’ın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda, İmparatorluğun tarihsel görkemini vurgulayacak biçimde süslenmiş ve döşenmiş.
Resmi büyütmek için üzerine tıklayınÜst katta yer alan Zülvecheyn Salonu, Padişah’ın Mâbeyn’de kendine özel olarak ayrılmış dairesine bir tür geçiş mekânı oluşturuyor. Bu özel dairede, Padişah için, mermerleri Mısır’dan getirilmiş görkemli bir hamam, çalışma odaları ve Sultan’ın günlük yaşantısını sürdürdüğü yemek ve dinlenme odaları yer alıyor. Aynı bölümde bulunan ve Halife Abdülmecid’in kitaplarından oluşan kütüphane sarayın dikkat çekici mekânlarından sayılıyor. Harem ve Mâbeyn bölümleri arasında yer alan Muâyede Salonu, Dolmabahçe Sarayı’nın en yüksek ve en görkemli salonu özelliği bulunuyor. 2000 m² yi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 metreyi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, saray’ın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılıyor. Salonun avizesi, Sultan Abdülmecid tarafından İngiltere’den sipariş verilerek satın alınmış. Dolmabahçe Sarayı’nın Batı etkileri altında, Avrupa saraylarından örnek alınarak yapılmış bir saray olmasına karşılık, işlevsel kuruluşu ve iç mekân yapısında “Harem”in eskisi kadar kesin çizgilerle olmasa da, ayrı bir bölüm olarak kurulmasına özen gösterilmiş. Ancak Topkapı Sarayı’nın tersine, Harem, artık Saray’dan ayrı tutulmuş bir yapı, ya da yapılar topluluğu olmayıp, aynı çatı altında, aynı yapı bütünlüğü içinde yerleştirilmiş özel bir yaşama birimi haline getirilmiş.
Dolmabahçe Sarayı, hizmete açıldığı 1856 yılından, halifeliğin kaldırıldığı 1924’e kadar aralıklarla altı padişaha ve son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi’ye ev sahipliği yapmış.
1927-1949 yılları arasında Saray, Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılmış. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında İstanbul’daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı’nı kullanmış ve burada hayata gözlerini yummuş.
DOLMABAHÇE SARAYI’NDAKİ ENTERESAN OSMANLI PİYANOLARI (TBMM GENEL SEKRETERLİĞİ -MİLLİ SARAYLAR)
Dolmabahçe Sarayı’nda yer alan, görkem ve ihtişamın ön planda olduğu tarihi yapının ahengine ve üslubuna uygun 12 piyano, ziyaretçilerden büyük ilgi görüyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Milli Saraylara bağlı tarihi saray, köşk ve kasırlar arasında geçen yıl yaklaşık bir milyon kişiyi ağırlayan Dolmabahçe Sarayı’ndaki müzik aletleri dikkati çekiyor.
Saraydaki müzik aletleri ve piyanolara ilişkin bilgi veren Milli Saraylar Rehberi Osman Nihat Bişgin, Dolmabahçe Sarayı’nın bir Tanzimat Sarayı olduğunu belirterek, “Tanzimat’ın bütün özellikleri Dolmabahçe Sarayı’nda bariz biçimde görülüyor. Avrupalılaşma ve batılılaşma dediğimiz bu süreç, batı müziğinin de Dolmabahçe Sarayı’na girmesine vesile olmuş.” dedi.
Sarayda toplam 12 piyano olduğunu söyleyen Bişgin, tüm piyanoların, sarayın ahengine ve üslubuna uygun, süslemeleriyle de “saraylı” olduğunu kaydetti. Bişgin, sarayın 1856’da açıldığını ve piyanoların da bu tarihe yakın bir zamanda getirildiğini aktararak, sarayda piyano çalanlara ilişkin, “Kadın efendiler, yani sultan eşleri, ikbal dediğimiz hanımlar sarayda piyano eğitimi alırlardı. Bilhassa son dönemlerde, bu da Dolmabahçe Sarayı dönemine denk geliyor. Çok sayıda piyano var ve bu piyanoların hiçbiri atıl değil, hepsi çalınan piyanolardı.” diye konuştu. Sarayda çoğunlukla Hertz, Pleyel, Gaveau ve Erard marka piyanolar bulunduğunu dile getiren Bişgin, kuyruklu piyanoların sayısının daha az olduğunu söyledi. Üst kattaki Zülvecheyn Salonu’nda göze çarpan yeşil renkli görkemli piyanoyu anlatan Bişgin, bunun, Pleyel marka klasik bir saray piyanosu olduğunu ifade etti.
Bişgin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sarayda görkem, ihtişam çok ön planda olduğundan saray piyanoları da görsel objeler olarak dikkatimizi çekiyor. Sesleri çok meşhur sesler değil. Fransız piyanolarının da Pleyel marka bu örnekteki gibi, sesinden ziyade görüntüsü ön planda. Görüntüsüyle meşhur bir piyano bu.” Bişgin, Zülvecheyn Salonu’nun beyaz ve bej üzerine altın kaplamalarla süslemeli olduğunun altını çizerek, “Tavanla tam uyum içinde muazzam bir piyano görmekteyiz.” dedi. Dolmabahçe Sarayı’ndaki eşyanın yerinin aslına uygun olarak aynı kaldığını kaydeden Bişgin, “Piyanoların bu salonlara ait olduğunu söyleyebiliriz. Zülvecheyn Salonu ve Süfera Salonu’ndaki piyanolar, salonlar için tasarlanmış, genellikle çalınmayan, görüntüsüyle zenginlik katmak için saraya alınmış eşyadır.” diye konuştu. Sarayda Camlı Köşk içindeki, benzerine nadir rastlanan kristal piyanoya ilişkin de bilgi veren Osman Nihat Bişgin, şöyle konuştu: “Camlı Köşk adeta sarayın duvarları içinde saklanan, kendi özelliğini daima bulunduran, dışarıya ara ara açılan bir büyük mekân. Atatürk de Dolmabahçe Sarayı kullanımında bu mekânda halkı selamlamış. Bir kış bahçesi adeta. Dış tarafında camlı olan bir bölge var. Tamamen her tarafı camlı olmasıyla beraber, mekâna uygun ve tam bir mutabakatta, kristal bir piyano görmekteyiz.”
Bişgin, salon düzenlemesinde genel olarak bej ve bejin üzerinde altın kaplamaların bulunduğunu aktararak, “Bu kristal piyano Gaveau imalatı, yine Paris yapımı. Çalarken içindeki ahenk, çalışma sistemini çok temiz bir biçimde dışarıya gösteren, adeta tam bir şeffaflık politikasına sahip bir piyano. Temizliğin de işareti. Kendi sandalyesi de kristal olarak üretilmiş.” ifadelerini kullandı. Fransız piyanolarında görüntünün sese nazaran daha ön planda olduğunu vurgulayan Bişgin, “Burada salon piyanoları genellikle kullanılmayan piyanolar olmuş. Sarayın en aktif piyanoları, hiç şüphesiz harem dairelerinde kadın efendilerin kullandığı şahsi piyanolardı. Hem eğitim hem de sanat icra etme piyanosuydu.” dedi. Sarayın müzik aletleriyle düzenlenmiş bir odasında bulunan siyah renkli, sade görünümlü piyanoyu da anlatan Bişgin,
Steinway marka Alman piyanosunun hem sesinin çok kuvvetli hem de değerinin çok yüksek olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Hamburg Steinway’i olarak imal edilmiş, 1912 yılına ait bir piyano. Fabrika daha sonra Amerika’ya taşınıyor. Dolayısıyla Almanya’da imal edilen toplam 5 Steinway piyanosu var. Onlardan biri de bu. Tahmini değeri 200 bin avro. Abdülmecid Efendi’nin amblemi de üzerinde bulunmakta. Dolayısıyla, şahsi olarak kullanılmış ve gerçekten müziğe kulağı olan zevk sahibi bir insanın piyanosu bu piyano.”
Bişgin, Osmanlı Dönemi’nde elçi kabulünde kullanılan Süfera Salonu’ndaki piyanoya ilişkin de şu bilgileri verdi: “Sefir, elçi kelimesinin çoğulu ‘süfera’. Dolayısıyla, sarayın adeta dışarıya hitap etmesi için yapılmış bir mekân burası. Genellikle eşyası altın kaplama. Tavanı da o şekilde. Burada yine metalin güzelliğini, altın kaplamanın uyumunu göstermek için ‘boulle işi’ olarak tabir edilen bir piyano örneği var. Bu gördüğünüz 6 ayaklı, üstündeki metal, ahşabın oyulan kısmının içine entegre edilmiş bir piyano. Öncelikle ahşabın üzerine bir motif çiziyorsunuz. Bunu kazıyorsunuz. Kazıdığınız miktarın aynı ebadındaki metali bunun içine tatbik ediyorsunuz.